Unfaithful Filmi Üzerine

Ezgi A.
3 min readSep 16, 2019

--

Filmin konusu şöyle;

Şehirden uzakta kendi halinde bir hayat süren evli ve bir çocuğu olan Connie Sumner, iş için New York’ta bulunduğu sırada bir kaza atlatır ve genç Paul ile karşılaşır. Derken olaylar gelişir ve deyimi yerindeyse her şey alt üst olur.

Dışardan bakıldığında sıradan bir aldatma hikayesi gibi duruyor. Ama filmi izledikçe bir şeyler sizi bir yerden tutuyor ve kendi içine çekiyor. İşin bu kadar basit kalmayacağını anlıyorsunuz. Bundan sonrası filmle ilgili kendi gözlem ve yorumlarım, kesinlikle SPOİLER. !!

‘’Filmin başlarında Connie’nin Paul ile sert rüzgarlı bir günde tanışması , kuracakları ilişkinin zor olacağının ,bir şekilde rahatsız edici bir tarafının olduğunu gösteriyordu bence. Yoksa neden klasik New York filmlerindeki gibi daha komforlu bir alanda tanışmadılar ki dimi ? Bu sahneye Youtube’da denk geldim. Gördüğüm için filmi izlemek istedim ve ilk dikkatimi çeken de buydu.

Connie karakteri filmde gerçekten Diane Lane tarafından çok iyi canlandırılmış. Her şeyden önce kadın nasıl bir rol oynayacağını çok iyi anlamış. Hatta filmin bir yerinde Paul’u başka bir kadınla flört ederken görüp kadınla münakaşaya girdiği sırada yüz ifadesinde o kıskançlığı , hırçınlığı çok net gördüm diyebilirim.

Paul’la ilk beraberliğinden sonra trende hem ağlayıp hem gülmesi hem mahçup hissetmesi , hem içinde uzun zamandır bastırdığı bir şeyi ortaya çıkarmanın özgürlüğünü yaptığının doğru olmadığını bilerek göz yaşlarıyla bastırmaya çalışması beni çok etkiledi. Tam bir duygu karmaşasıydı.

Filmi farklı bir gözle izlediğinizde aslında Connie sıkışmış bir karakter. Gerçekten. Mutsuz değil belki ama monoton bir hayat yaşadığını görüyoruz filmde. Paul’la birlikte kendisine yeni bir şeyler almaya başlıyor, heyecanlanıyor. Ve Paul’a gerçekten aşık oluyor mu sorgulanabilir. Çünkü onunla hep yeni bir şeyler deniyor. Çekinmiyor, korkmuyor. Evdeki klasik Amerikan annesi olmuyor, sorumluluklarını bir kenara itiyor. Paul’la buluştuğu sırada oğlunu okuldan geç alıyor gibi birkaç ayrıntıya da yer veriyor film. Sorumsuz bir anne kesinlikle değil ama belki de Paul’la olan bu ilişkisi onu evlenmeden önceki haline götürdüğü için bu kadar takılı kalıyor bu ilişkiye. Sıyrılmak nefes almak istiyor. Ama bir o kadar da banliyödeki yaşamını, ailesini seviyor bence. Bu ikilem her şeyin başlangıcı ve bitişi oluyor bence.

Paul’un film boyunca tam anlamıyla Avrupalı kafası denen rahatlığa sahip olduğunu gördüm diyebilirim. İzleyen kişiler anlayacaktır ne demek istediğimi , onun rahatlığı bir yerden sonra sizi rahatsız etmeye başlıyor. Edward’ın dediği gibi çocuk mu cidden ondan mı böyle tartışılır. Güzelliği arıyor diyebiliriz ve Connie gerçekten güzel bir kadın. Paul onu başlarda ikna ederken şu etkileyici şiirden yardım alıyor. ( İşe de yarıyor )

‘’şarap iç!
bu sonsuz hayattır…
bu şarabın, güllerin ve sarhoş arkadaşların mevsimidir.
gençliğin sana verebileceği bütün hediye bu
şu an mutlu ol!
şu an senin hayatındır…’’

Edward. Ve Connie ile olan evliliği… Yorum yapması zor. Çünkü filmde beni şaşırtan bu yasak ilişkiden çok Edward ve onun tutumu oldu. İhanetten ilk şüphe ettiği andan itibaren öğrendiği ve Paul’la konuştuğu anlarda bu nasıl bi SÜKUNET dedim (!) , ki olan oldu. Adam katil oldu. Ben bir yumruk bekliyordum oysaki. Keşke bir yumruk atsaydı da katil olmasaydı. Ama filmin sonlarına doğru eşini gerçekten çok sevdiğini gördüğümde ve yaşadığı travmayı göze alınca.. Sadece ben izlerken filmin cinayet filmine dönüşmesini beklemiyordum :D Ama olsun kesinlikle Edward karakteri cinayet sonrası o yaşanan psikolojik durumu, o titiz davranma hallerini , bastıramadığı heyecanını harika yansıtıyor bize. İzlerken onun yerine ben plan yapmaya başladım istemsizce :D Sonrasında her şey ortaya çıkıyor yavaş yavaş. Connie öğreniyor her şeyi, Edward vicdani olarak kötüye gidiyor vs.

Filmle ilgili yorumlar okudum ve genelde sonu pek sevilmemiş. Aksine ben çok beğendim. O kadar kötü bir durum var ki, neresinden tutarsan tut evlilikleri kurtarmaları zor. Beraber yeniden bir şeylerin hayallerini kuruyorlar arabalarının içinde, ağlayarak sarılarak, oğullarına bakarak. Fakat film biterken ayrıntılardan biri de bir polis merkezinin önünde arabanın durması ve o arabanın gitmemesi. Yeşil ışık yanmasına rağmen.. Öylece bitiyor.

Belki filmle ilgili söylenebilecek çok şey, eleştirilebilecek farklı yönler de vardır. Benim dikkatimi çeken şeyler şimdilik bunlardı. İnsanların duygularının filmden seyirciye geçebildiği filmleri seviyorum gerçekten, daha akılda kalıcı oluyor. Bu da kesinlikle o tarz filmlerden. Ve bu arada Soundtrack’ ine ba-yıl-dım. Film bitti hala dinliyorum. Filmi özetledim nerdeyse :D biliyorum ama kesinlikle tavsiyemdir.’’

--

--